Pandemide 6 değil, 18.2 milyon kişi yaşamını yitirdi

-
Aa
+
a
a
a

Washington Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre pandemide 18.2 milyon kişi yaşamını yitirdi. Türkiye'deki rakamlar ise İstanbul Tabip Odası'nın açıklamaları doğrultusunda 250 binin üzerinde ölümle resmi verilerin yaklaşık üç katını gösteriyor. 

maske altında burnu uzayan insan illüstrasyonu
Selim Badur'la Korona Günleri: 14 Mart 2022
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 14 Mart 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(14 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur merhabalar!

Selim Badur: Günaydın efendim, günaydın Özdeş, herkese iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

SB: Şimdi bu sabah itibariyle, 14 Mart 2022 günü bugün, 457 milyon olgu, altı milyondan fazla yaşamını yitiren kişiyle girdik. Bir haftadan beri günde 1,5 milyondan fazla, 1 milyon 524 bin kadar olgu var. Yine John Hopkins Üniversitesi’nin sitesine baktığımızda -son bir aydan beri, son dört haftadır bildirilen olgulara göre bir sıralama yapılıyor- sıralamada Türkiye dokuzuncu sırada ama ilk sıradaki ABD yerini ilk kez Güney Kore’ye bıraktı, yani Güney Kore ve listede Türkiye önünde, başka Asya ülkeleri de var, Vietnam ve Japonya gibi. İlginç bir şekilde pandemi artış trendi Asya ülkelerine kaymış durumda, buna birazdan değineceğiz. 

Aşılara baktığımız zaman da 10 milyardan fazla aşılamada dünya nüfusunun %63,5’u tek doz almış vaziyette. Bu oran birkaç haftadır değişmiyor aslında. Gelişmekte olan ülkelerdeki aşılama oranı da %13,7, bu da fazla artmıyor aylardan beri neredeyse. Türkiye’deki aşılama oranlarının da çok fazla kımıldamadığını görüyoruz, nüfusun %62’si tam aşılı, iki doz aşılı. Tam aşılılardan ne kastediliyor, bu da tabii tartışılmakta, buna birazdan değineceğim. Yaklaşık 52,9 milyon insanımız tam doz aşılanmış. Hani bu yeterli mi? Tabii tartışma konusu. 

Siz değindiniz bir tanesine ama bugün aslında dört tane kutlama ya da günden bahsedilebilir; birincisi tabii 11 Mart 2021 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün pandemiyi ilan ettiği gün, aynı zamanda Türkiye’den ilk Covid-19 olgusunun bildirildiği gün, yani bu pandemi ilanının yıldönümü sayılabilir. Tabii 14 Mart Tıp Bayramı var -buna birazdan değineceğiz- Dünya Matematik Günü bugün, bir de bizimle ilgili, bu programla ilgili bir şey var; biz ilk programı 18 Mart 2020’de yapmışız, yani pandeminin ilanından bir hafta sonra başlamışız, şu anda Korona Günleri’nin 196. programını yapıyoruz. Şimdi Tıp Bayramı’na bakınca grevlerle beraber gidiyor, siz değindiniz ayrıntılı olarak ama birkaç cümle etmeme lütfen izin verin. Sağlık çalışanları sağlıkta şiddete karşı gereken önlemlerin alınmaması, özlük haklarını düzenleyen yasanın söz verildiği üzere meclise getirilmemesi nedeniyle 14 Mart Tıp Bayramı ile birlikte iki gün grev yapma kararı aldılar, biliyorsunuz bugünden itibaren. Buna iki farklı “ya yapmayın” tepkisi var; bir tanesi Sağlık Bakanı, “Doğrudan bana yazmanızı gerektirebilecek durumlar için oluşturdum” diyerek mail adresini postalamış hekimlere, bu ilginç “yapmayın” diyor. Daha da ilginci, bana kalırsa hani biraz da üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta, bazı hastanelerin baş hekimleri, yönettikleri kurumlarda görev yapan hekimlere yönetici olarak değil, kişisel duygularla yazdıklarını ifade ettikleri mektuplar yolluyorlar. Mektubun ayrıntısına girmeyeceğim ama “Sağlık hizmeti vermeme şeklindeki eyleme şahsen bir hekim olarak karşıyım, memur olarak bunun bir suç olduğunu düşünüyorum, kabul ediyorum, yönetici olarak gereğini de yapmam gerektiğini biliyorum ve her türlü hak aramaya varım, lakin hasta üzerinden ve sağlık hizmeti vermeme üzerinden yapılan hak aramaya ne vicdanım ne hekimlik andı ne de empati duygum kaldırmıyor.” Yani iki çıkarım bana kalırsa var; birincisi kraldan çok kralcı olmak, ikincisi de aba altından sopa göstermek gibi tanımlanabilir. Peki bu 14 Mart’ta “Hekimler için 10 acil talep” adlı bir bildiri yayınlandığına göre TTB’nin önerdiği ‘Sağlıkta Şiddet Yasası’nın acilen yasallaştırılması, hani parlamentoya gelen bir yasa taslağının yasallaştırılması gibi çok meşru bir talepte bulunuyorlar. Ücretlerle ilgili talepleri var; hani milyonlar kazanmıyorlar, kamu hastanelerinde göreve başlayan pratisyen ve asistan hekimler için temel ücretin yoksulluk sınırının en az iki katı olmasını istemişler, yani bu fazla bir para değil gibi geliyor. Covid-19’un illiyet bağı aranmaksızın bir meslek hastalığı sayılması, çalışma ortam ve koşullarının iyileştirilmesi, her yıl için 120 gün yıpranma payı uygulanması ve hekimleri de hastaları da mağdur eden, hekimlere karşı şiddet kaynağı olan, halkın sağlığını tehlikeye atan “beş dakikada hasta” dayatmasından vazgeçilerek her hastaya en az 20 dakika ayrılmasını –DSÖ standardı bu- bunları talep ediyorlar. Tabii bunlar çok haklı ve çok temel, “ya bunlar da yok muydu zaten?” dedirtecek maddeler. Şimdi sağlık emekçilerine yönelik şiddet için artık artıyor yerine olağanlaştı demek mümkün, sayın Selçuk Candansayar bu şekilde tanımlamış. Bir süre önce yazdığı köşe yazısında, medyada sağlık çalışanlarına karşı uygulanan şiddet ancak olay büyükse yer alıyor ve doktorsa yer alıyor ama tüm sağlık çalışanları, acil tıp teknisyenleri ve hemşireler için de küfür, hakaret, tehdit işin bir parçası olmuş durumda. Biliyor musunuz bu çok yüksek bir oran, işlerini yaparken en az bir kez şiddete ve şiddet tehdidine maruz kalanların oranı kaçmış sağlık çalışanları arasında, %80. 

Pandemiyle geçen iki yılımız

ÖM: Bu inanılır gibi değil.

SB: Bu inanılır gibi değil gerçekten. Her yerde vardır da bu kadarı da olmaz yani.

ÖM: İnsan şaşkınlıktan şaşkınlığa gark oluyor. 

SB: Hasta randevuları merkezi, hastane randevu sistemi var MHRS, randevuları bunun üzerinden veriyorlar ve orada bilgisayar üzerinden ekranda kaç hasta görmek zorunda olduğu görülüyor. “Ben her hastaya 20 dakika ayırırım, DSÖ’nün önerdiği gibi” derseniz eksik hasta öneriyorsunuz ve bu durumda size soruşturma açılıyor; yani “Neden bakman gerektiği kadar hastaya bakmıyorsun?” diye ya da muayene kapısında bekleyen hastaya “Bugün size bakacak zamanım kalmadı” demeye kalkan bir doktor, muayene hakkını çalan, işini kaytaran bir doktor olarak görülüyor.

ÖM: Ve saldırıya uğruyor.

SB: Evet, saldırıya uğruyor. Yani çok garip bir şey ve İstanbul Tabip Odası Başkanı sevgili Pınar Sait’in de bir açıklaması, demeci var. Ayrıntısına girmeyeceğim ama Türkiye’de 18 ayda sekiz bin hekim istifa etti. Son bir ayda sadece İstanbul’da 500 kadar genç hekim yurtdışına gitmek için belge aldı. Tabii yetkililerden “giderlerse gitsinler” gibi pek de ciddiye alınmaması gereken, insanı hayrete düşüren açıklamalar var, ama siz Türk Toraks Derneği’nin açıklamasını okudunuz, ben de müsaadenizle Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği’nin bu konuyla ilgili açıklamasından bir cümle dillendireceğim: “İç hastalıkları uzmanları olarak 10 yıllık bir eğitimle yetişmiş en ağır hastaların sorumluluğunu almış pandemi gibi zor şartlar altında şehitler vererek ön saflarda görev yapmış hekimleriz. Bugün maddi ve manevi birçok şartlar altında çalışma durumunda bırakılsak da hiçbir yere gitmiyoruz.” gibi bir açıklamaları var. Pandemiyle ilgili olarak da İstanbul Tabip Odası, pandeminin ikinci yılına ilişkin bir açıklama yaptı. Bu açıklamaya yönelik İstanbul Tabip Odası, 11 sendika ve dernekle bir araya gelerek toplantı düzenledi. Burada DSÖ’nün koronavirüs pandemisini ilan ettiği Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklandığı 11 Mart 2020’den bu yana iki yıl geçti, 14,5 milyon vakayla dünyanın dokuzuncu sırasında yer alan Türkiye, salgını en ağır yaşayan ülkelerden deyip meslektaşlarımıza ve sağlık çalışanlarına göstermiş oldukları özverili çalışmalardan dolayı teşekkür eden bir durum değerlendirmesi yapıyorlar. Bu arada birinci basamak sağlık platformundan Uzman Doktor Bilge Atlas Kaplan, Genel Sağlık-İş’ten Dr. Ali Haydar Temel ve DİSK Genel Sekreteri Erdoğan Demir de söz alarak farklı açılardan pandemiyi değerlendirdiler. Şimdi bu arada basına yansımayan bir toplantı oldu 11 Mart günü Cuma akşamı, Klinik derneği, bu bizim dönem dönem programlarda yer verdiğimiz Klinik derneğinden farklı, Klinik Mikrobiyoloji Uzmanları Derneği. Bunlar farklı üniversitelerdeki öğretim üyeleriyle “Pandemide ülke olarak neyi iyi yaptık neyi iyi yapamadık, neler eksikti?”, bunu değerlendirdiler. Tabii ki bütün toplantıya değinmem mümkün değil ama bir kere “Olumlu olan neydi?” sorusuna ortak bir karşı nokta belirlendi, bunun altını çizmekte yarar var. Örneğin PCR testlerinin yapılış şeklinde gerçekten de oldukça özverili bir çalışma yapıldı ve dünyada eşi benzeri görülmeyen bir yoğunlukla çalıştı PCR’lar. Neden bunu söylüyorum? Örneğin Fransa’da bir laboratuvar günde dört, bilemediniz en fazla beş kez PCR testini yineleyebiliyor, yapıyor. Türkiye’de bu oran Ege’de, 9 Eylül Üniversitesi’nde dört değil 16 imiş. Yani Fransa’nın dört misli test yapıldığı, çok yoğun test yapıldığı, bu başarılı bir şey

ÖÖ: Fransa’da grev olmuştu yanlış hatırlamıyorsam laboratuvarlarda.

SB: Evet evet. İkincisi, acil servisler, hani pandeminin tepe noktasındayken -yani Fransa’da, İtalya’da televizyonlarda hepimiz gördük- bir keşmekeş bir dağınıklık vardı. Bu yoğunluktan fazla etkilenmedi bizim acil servisler, çünkü zaten alışıklar bu duruma, bu tempoya, çok şey değişmedi onlar için. Aşılar Türkiye’de göreceli olarak erken başladı aslında, 1-1,5 ay sonra ilk kullanan ülkelerden. Bilim Kurulu erken oluşturuldu, bunlar önemli olumlu gelişmelerdi ama olumsuzlara geçince, Bilim Kurulu’ndan bahsetmişken ben de toplantıyı dinlerken öğrendim, örneğin Sağlık Bakanlığı uzun süre Bilim Kurulu toplantılarında Bilim Kurulu üyelerinden sayıları saklamış. Şimdi bu çok tuhaf bir şey. Yani biz Bilim Kurulu’na çatıyorduk ya da anlamıyorduk niye böyle yapıyorlar, doğruyu söylemiyorlar ya da niye şurada uyarıda bulunmuyorlar diye. Kendilerine de bilgi verilmemiş ya da doğru veri akışı sağlanmamış. Bu en azından toplantıda altı çizilen bir noktaydı.

ÖM: Bir kez daha tekrar eder misiniz?

SB: Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu toplantılarında bir süre, bu toplantılarda elindeki sayısal değerleri açıklamamış.

ÖM: Peki sormamışlar mı Bilim Kurulu’ndakiler ya da sorunca…

SB: “1000 tane vaka var” diyorlar aslında 2000 vaka var.

ÖM: Yalan bilgi veriliyor yani?

Türkiye pandemiyle imtihanında "hesap hatalarından" sınıfta kaldı

SB: Evet. Aşı kapsayıcılığı ilginç, ben bunu bilmiyordum, yine uzmanlık derneğinin toplantısında öğrendim, ülkemizde iki milyondan fazla insan altıncı dozlarını olmuşlar. Yani bunun dünyada eşi benzeri hiçbir ülkede yok. Buna karşılık üçüncü dozu olmayanların oranı %70, bu da bir çelişki kendi içinde. Yani bunun bir kontrolü, bir denetimi, “kardeşim altıncı aşımı olmaya geldim” dediğimde, “yok kardeşim ne oluyor, gerek yok” denilmesi lazım herhalde. Tabii TUİK vaka tanımlama, vaka sayısı bir süre saklandı dedim, sadece Bilim Kurulu’ndan değil örneğin TUİK ölüm nedenleri açıklamasını yapmadı bir süre. Bu biliniyor, gündeme getirilmişti. Bu mortalite oranlarına baktığımız zaman en yüksek Peru, 1000’de altı kişi, 1000 hastada altısı yaşamını yitirmiş, bizde 1000’de 1.1 ki bu kabul edilebilir bir oran değil, yüksek olması gerek diyorlar. Bunun dışında sektörler arası iş birliği, örneğin belediyeler gibi halka ulaşımda daha kolayca hareket edebilecek kurumlarla iş birliği sistematik olarak reddedildi Sağlık Bakanlığınca. Bu, çeşitli illerdeki durumu anlatan arkadaşlarımız tarafından dile getirildi. Bunun dışında, örneğin aşıya yönelik bir program yok; örneğin -80 derecede saklanması gereken aşılar için birdenbire “Buzdolabında da bir süre tutulabilir ya” dendi. Niye böyle olduğu anlaşılmadı. Ben bilmiyordum, yine laboratuvar çalışanları olarak uzmanlık derneğindeki arkadaşlarımız yurtdışından gelen malzemeler açısından bir soruna değindiler, bilmiyordum. Plastik sarflarının, yani bütün bu testler için tüpler, pipet uçları gibi plastik malzeme geliyor, bu pandemi döneminde gümrük vergisi yükseltilmiş; bu vergiyi yükselten devlet, vergiyi ödeyen de devlet, böyle garip bir şey, neden yükseltilir? Herhalde dünyada ilk ve tek örnektir.

Pandemiyle ilgili söyleyeceklerim bunlar. Matematik Günü’ne ait de bir cümle söylememe lütfen izin verin; UNESCO’nun Kasım 2019’da aldığı kararla 14 Mart Dünya Matematik Günü ilan edilmiş. Neden 14 Mart? Çünkü Pi sayısının yaklaşık değeri biliyorsunuz 3.14’tür, o nedenle üçüncü ayın 14. günü Pi günü ya da Dünya Matematik Günü, matematiğin güzelliğini, önemini ve herkesin hayatındaki temel rolünü kutlamak maksadıyla şeklinde devam eden bir açıklama var. Bu önemli bir gün, matematikseverlere kutlu olsun diyelim. 

Araya süratle geçmeye çalışıyorum Ukrayna ile ilgili bir haber; DSÖ önemli bir açıklama yaptı, bu belki bu yoğun haber bombardımanı içinde gözden kaçtı. Bütün dünyada olduğu gibi Ukrayna’da da belirli laboratuvarlar var. Bu laboratuvarlarda laboratuvar dışına sızması sorun yaratacak birtakım patojen mikroorganizmalar var, salgına yol açabilecek ya da toksinler var. “Bunları imha etmeyi unutmuyorsunuz değil mi?” şeklinde bir açıklaması var. Bu önemli bir nokta çünkü o laboratuvarların bombalanması, o binaların yıkılması sonucu kazayla laboratuvar dışına çıkması bir sorun yaratabilir. Düşük bir olasılık da olsa bunun gözardı edilmemesi lazım. 

ÖÖ: Hatta Putin bunlar için zaten biyolojik silah iddiasında bulunuyordu.

ÖM: Bir de çocuk ve doğum hastanelerinin de bombalanması “Boştur, nasılsa kimse yoktu, Nazilerin eline geçmiştir.” filan gibi açıklamalar var ama pek inandırıcı olmadı yani. 

SB: Şimdi burada farklı ve kişisel bir düşüncemi söylemek istiyorum; biz başından beri çeşitli platformlarda hem Türkiye’de hem de yurtdışında pandemi sürecini yönetme açısından, ülkelerarası kıyaslamalar yaptık. Bunu yaparken de işte daha demokratik olanlarla daha totaliter yönetimlerin yaklaşımlarındaki farklara değindik. Bunun üzerine de birtakım “öyküler” yazdık, açıklamalarda bulunduk. Bolsanaro böyle, Mudi Hindistan’da şöyle yapıyor, Macaristan böyle filan gibi. Bir de çok demokratik ülkelerden filan bahsettik, yani Yeni Zelanda filan gibi ama iş pek öyle olmadı gibi çünkü birdenbire iş tersine döndü. Şu anda Asya ülkeleri, Güney Kore, Japonya, Yeni Zelanda aldı başını gidiyor. Başlangıçta hiç böyle değildi. Yani burada belki de virüs yönetimi eğilimini pek dikkate almıyor ya da onu atlayıp geçiyor. Elbette idare etme açısından birtakım farklılıklar vardır, ama hastalığı tamamen engelledi, çünkü çok demokrattır Yeni Zelanda yönetimi, diye söyleniyordu. Pek öyle olmuyor gibi. Şimdi Çin, biraz daha totaliter olduğu söylenen ülke, aslında en başarılı ülkelerden birisi, belki de en başarılı ülkeydi pandemi sürecini idare etme açısından. Neden böyle düşünülüyordu? Çünkü çok büyük bir ülke, büyük bir nüfus ama olgu sayısı az, tabii olgu sayılarına gerçeği yansıtıyorlar mı? Artık onun saklanması pek mümkün değil hem oradaki DSÖ hem bir sürü yabancı çalışıyor, buralardan haber sızar. Sonuç olarak biz eğer verilerin, resmi rakamların doğru olduğunu kabul edersek Çin neden düşük tutabildi? Bunun nedenleri vardı; bir kere en ufak bir olgu artışında, böyle 10’lu sayılarla artış gördükleri anda tam kapanma istiyorlardı. Mesela iki hafta boyunca insanlar hiç sokağa çıkamıyor, öyle eczaneye gideceğim, acil ihtiyaçlarımı karşılayacağım, temel gıda vesaire, hayır hiç birisi değil; telefon ediyorsunuz getiriyorlar size, sizin sokağa çıkmanız yasak şeklinde ağır bir kapanma. Sınırları tam kapatmışlardı uzun süre ve yoğun test yapıyorlardı, bunlarla idare ediyorlardı ama yavaş yavaş hem bir “yorgunluk” oluşmaya başladı Çin’de hem de onlar da hani batıdan geri kalmasınlar ama ekonomiyi öncelemeye başladılar herhalde. Şimdi Çin’de çeşitli yerel yöneticilerin ve sağlıkla ilgili kuruluşların yetkililerinin istifa haberleri gelmeye başladı. Çünkü Çin’de bir günde son bir hafta içinde ortalama 3400 olgu var ki bu pandeminin ilk gününden beri en fazla olgu bu ülke için. Bu nedenle dikkat etmek lazım Çin’de olup bitenlere. Örneğin Şangay tamamen kapatıldı, okullar kapatıldı; bir diğer önemli bölge Changskun bölgesi, orası tamamen kapatıldı. Özellikle dini mekanlar ve dini törenler suçlanıyor; cami, tapınak ve kiliselerin kapanması, ocak sonu itibariyle kapandığı biliniyor. Çin’de 3400 olgu var, ama hemen yanı başında Hong Kong’da günde 25 bin olgu geçti, Güney Kore’de bir hafta öncesine göre %214’lük artış var. Buna karşın batı ülkelerine baktığımız zaman açılmalar, bu kısıtlamaların kaldırılması yoğun bir şekilde sürüyor. Los Angeles’ta, ABD’de kapalı alanlarda bile maske zorunluluğu kaldırıldı. Farklı ülkeler; Polonya, İzlanda, İtalya gibi mart ayının farklı tarihlerinde bazıları 14 Mart, bazıları 31 Mart’ta tüm önlemleri kaldırıyorlar. Bu arada Fransa’dan ilginç bir açıklama var; cuma gününden beri Fransa 14 Mart, yani bugün itibariyle önlemleri kaldırıyor ama cuma’dan beri de olgularında bir artış başladı ve Pasteur Enstitüsü acaba altıncı dalgaya mı gidiyoruz yoksa beşinci dalganın son çırpınışları mı bu, bunu tartışıyorlar. Çünkü Fransa’da önlemler kalkıyor ama günlük ortalama 53,616 olgu, 156 da yaşamını yitiren insan var. Tabii ekonomi önceleniyor dedim, bu yaklaşıma uçak şirketleri ve havayolu taşıyıcılığı da hemen eklemlendi. 500 kadar havalimanı işletmecisi ve 290 kadar havayolu şirketinin yetkilisi ortak bir açıklama yapmışlar ve aşı zorunluluğu, test zorunluğu ve hatta maske zorunluluğunun kaldırılmasını talep ediyorlar. 

Dünya üzerinde gerçek ölüm rakamları ne? 

ÖM: Saatte 6,5 – 7 kişi ölürken yapılıyor, akıl alır gibi değil bence yani!

SB: Evet, IATA -Uluslararası Havayolları Taşımacılığı Birliği diye çevrilebilir herhalde- onun başkanı Rafael Swartsman “Sınırların kapatılmasının etkiliği olmadığı anlaşıldı, yüzbinlerce insan işini kaybetti, bırakın bu önlemleri artık.” şeklinde bir açıklama yapıyor, bu ilginç bir durum. 

Kuzey Avrupa ülkeleri, İskandinav ülkeleri arasındaki farklılık, sayısal değer farkının nedeni üzerine bir yazı çıktı, orada Norveç’te sadece 1664 kişi yaşamını yitirmişken, Finlandiya’da 2571, Danimarka’da 4900, İsveç’te 17 bin. Neden bir fark var? İşte 100 bindeki oranları farklı; İsveç’te 100 binde 171 kişi yaşamını yitirirken Norveç’te niye 100 binde 30 kişi? Bunun da nedeni Finlandiya ve Norveç’in, iyi durumda olan bu iki ülkenin önlemlere çok erken başlamaları şeklinde açıklanıyor. Bu önemli bir nokta. 

Sürem dolmak üzere onun için üç çalışmaya değinip ayrılayım ben. Birincisi NIH’den, National Institut of Health Amerika’dan büyük, kapsamlı bir rapor; 1.1 milyon öğrenciyle çalışılmış ve okullarda maske kullanımının ilginç, böyle çok sağlam bir veri olarak maske kullanımının %72 oranında azalttığı saptanmış, bu önemli bir nokta. İkinci önemli bir çalışma, çok önemli bir çalışma İngiltere’den geldi ve Nature dergisinde yayınlandı. Gwenaelle Douaud ve arkadaşları bunlar SARS-CoV-2 virüsünün beyinde yaptığı hasarı incelediler. Özellikle 785 bio bankası görüntüleme merkezi arşivinden aldıkları scanner kıyaslamalarını yapmışlar. 785 kişide 401 tanesi Covid olgusu, 384 tane kontrol. Uzatmayayım ayrıntısı makalede var Nature dergisinde. 21 Şubat günü kabul edilmiş ve hemen ön basımı yapılmış. Diyorlar ki beyindeki gri bölgenin hacmi, yoğunluğunda bir azalma var; özellikle, genel anlamıyla beyin hacminde, volümünde ciddi azalma görülüyor Covid hastalarında. Daha sonra ayrıntılara girmişler, örneğin orbito frontal dedikleri göz çukuru alın bölgesinde ve parahipokampüs bölgelerinde değişiklikler var. Yani kokuyla ilgili diğer duyularımızı idare eden beyin bölgelerinde bir azalma, bir küçülme, bir zayıflama olduğunu gösteren önemli bir çalışma. Son değineceğim çalışma da -sizin de biraz önce değindiğiniz bir çalışma- bu olgu sayılarının durumunu anlatan bir çalışma Lancet dergisinde çıkmıştı. Lancet dergisindeki bu makalede özelikle yazarı “Covid-19 excess mortality collaborators” diye Covid-19’dan fazla ölüm grubu çalışmaları, bunu hesaplayanlar küresel boyutta 18.2 milyon kişi ölen, bu kadar yüksek sayıda olguyu inceliyorlar. 74 ülkede yayın yapılan bu çalışmada küresel boyutta 18.2 milyon kişinin öldüğünü aslında -söylenen sayısal değerleri programın başında belirtmiştim- bugün itibariyle altı milyon kişi dünyada yaşamını yitirdi deniyor resmi kayıtlarda ama bunun aslında 18.2 milyon kişi olduğuna vurgu yapılıyor. Dediğim gibi bu çalışma önemli bir çalışma, Lancet’te yayınlandı

ÖM: Bir de İstanbul Tabip Odası genel sekreteri Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu da “Pandemide Türkiye’de gerçek vefat sayısının 250 binin üzerinde olduğunu, yani 95 bin verilirken resmi rakamlara göre gerçek vefat sayısının 250 binin üzerinde” olduğunu açıkladı. Bu da ürkütücü bir bilgi.

SB: O da hemen hemen üç misli gibi bir sayısal değer. Bahsettiğim Lancet’teki “aslında 18.2 milyon kişi yaşamını yitirdi çalışması” Washington Üniversitesi’nden grubun başkanı Christopher Murray isimli birisi. Önemli bir nokta, bunlar durumun çok iyi gitmediğini, ama bütün dünyada -gelişmiş, gelişmekte olan nasıl tanımlarsanız- tüm ülkelerde, doğusunda, batısında ekonomiyi önceleme eğiliminin gittikçe ağır bastığını göstermekte. Ben burada durayım isterseniz.

ÖM: Çok teşekkür ederiz.

SB: 197. programımızda görüşelim.

ÖM: Görüşmek üzere.

SB: Sağ olun.

ÖÖ: Görüşmek üzere.